Sonunda İnsani Gelişme Kazanır

İNGEV Sosyal Araştırmalar Grubu Mayıs ayında İnsani Gelişme Monitorünü  (İGM) başlatıyor. İnsani gelişme kavramını oluşturan eksenleri düzenli olarak izleyerek ülkemizin durumunu ve gelişme ihtiyaçlarımızı belirlemek istiyoruz.

Yılda dört dönem olarak yürüteceğimiz çalışmanın  bu ilk  döneminde  dört özel raporla dört önemli konuyu analiz edeceğiz.

Bunların ilki “insani güvenlik“, günlük hayatımızı ne ölçüde güvenle sürdürdüğümüzü konu alıyor. İnançlarımız, yaşama tarzlarımız, etnik kökenlerimiz, cinsiyetimiz, fikirlerimiz günlük hayatımızda bir dert olabiliyor mu?   Kendimizi ne ölçüde güvende hissediyoruz?

İkinci raporumuz mülteciler konusunda toplumsal algıyı inceleyen “mülteci algısı” raporu. Türkiye’nin bu çok hayati meselesini başarılı sosyal entegrasyon stratejileri ve uygulamaları ile yönetebiliriz.  Ancak, ciddi risklerimiz var. Bu risklerin sokakta, insanlar arasında  tehlikeli gerginlikler yaratabileceğini de bilmeliyiz.

BM tarafından tanımlanmış temel bir insanlık meselesini iç politika pozisyonları ile karıştırıp Suriyelileri düşmanlaştıran “Nazi” iletişimi yapmak, ekonomik krizin yarattığı  işsizlik ortamında Suriyelileri ucuz kayıtdışı işgücü olarak kullanıp istihdam olanaklarını daraltmak, bir zamanlar batılıların Türkleri küçük görmesine  benzeyen şekilde Suriyelilere burun kıvırmak gerginlik yaratabilecek başlıca riskler.

Üçüncü dönem raporumuz “Sivil toplum örgütleri imajı”. Özellikle dernek ve vakıfarı konu alıyor. Genelde  güçlü bir sivil toplum geleneğimiz yoktu. 15  Temmuz’da demokrasiye yapılan saldırının STK  bağlantıları da muhtemelen toplumdaki STK algısına olumsuz etki yaptı. Bazı vakıf ve derneklerin siyasetle içiçe geçerek yüksek düzeyde kamu kaynağını tek taraflı  kullandıkları konusundaki haberleri de dikkate almalıyız.

Sağlıklı bir toplumsal işleyiş  için partizan olmayan, bağımsız, teknik kalitesi güçlü, sorunlara değil çözümlerine odaklanmış, yönetimlerle bu çerçevede sağlıklı işbirlikleri kurabilen sivil toplum kuruluşları belirleyicidir.  STK İmajı ile durumu tesbit ederken gelişme fırsatlarını da anlamak mümkün olacak.

Dördüncü raporumuz  içten içe büyüyen yeni bir şiddet türünün boyutlarını anlamayı amaçlıyor; “siber şiddet”.  Son sıralarda karşımıza çok çıkmaya başladı. Belki farkında bile olmadan siber zorbalık yapan insan sayısı az değil. Aynı şekilde karşılaştığının siber zorbalık olduğunu bilmeyip durumu normalleştirenler de.  Henüz yasal ve uygulama yansımaları da belirginleşmemiş durumda. Siber şiddetle ilgili farkındalığımızı artırmalıyız.

İNGEV’de, işte böyle, kapasitemizi büyütmeye çalışıyoruz. Sıcak bir yaz bizi bekliyor. Öncelikli alanımız olan geçim kaynaklarını geliştirmeye destek  başta olmak üzere.

Son 5 ayda 50 şirketin kuruluşuna destek vererek, yasal kuruluşlarını tamamladık, 6 şehirde  girişimcilik eğitimleri gerçekleştirdik. Şirket kuruluş desteklerine devam ederken, kurulmuş olanların büyümesi ve istihdam yapar hale gelmesini sağlamak istiyoruz.

Danışmanlarımız  iş geliştirme, pazarlama, hukuk, finans ve bilgi teknolojileri alanlarında 225  danışmanlık hizmeti verdi.  Çağrı merkezimize gelen 850’nin üzerinde soruyu cevapladık.

Bu son aylarda ülkemizin başlıca gündemi yerel seçimlerdi. Yerel seçimlerin İNGEV ve insani gelişme açısından umut verici bir sonucu oldu.

İnsani Gelişme Endeksi – İlçeler (İGE-İ) 2018 raporunda “çok yüksek insani gelişme bölgesinde” yer alıp da partileri tarafından yeniden aday gösterilen bütün adaylar seçim kazandı.  Buradan siyasi partilere çıkan not; eğer insani gelişme konusunda yüksek performans göstermiş bir belediye başkanınız varsa O’nu aday gösterin.

Seçmen aslında eninde sonunda insani gelişmeye oy veriyor.

Sevgilerimizle

İnsanlık Dili

Dogs of Berlin bir netflix dizisi. Senaryosu  hatalarla dolu. Buna karşılık, İlk Türk işçi göçünün üzerinden neredeyse 60 yıl geçtikten sonra Almanlar ve “Almancılar” arasındaki ilişkinin durumunu hissettirebiliyor.

Dizide Neonazilerin lideri ekibini Türklere saldırıya hazırlarken şöyle bağırıyor:

“Sayıları 2oo bin oldu. Türkler Tavşanlar gibi çoğalıyorlar. Neredeyse bizim başkentimizi bizden alacaklar… “

İşin karşı cephesinde de sisteme adapte olamayıp, yeraltı dünyasına geçmiş Türk çeteler var. Genel görünüm sosyal uyum sürecinde yaşanmış ciddi hatalara işaret ediyor.

Sosyal uyum kaçınılmaz olarak ev sahibi ülke vatandaşlarının öncelikli sorunu. Diğerleri yabancı çünkü, adı üstünde. Hiç bilmediği, yepyeni bir dünya ile karşı karşıya. Mültecilik dünyanın en zor işi.

Bu sorumluluk kullanılan dille başlıyor. Özellikle de kamuoyunu etkileme imkanı olan aydınların kullandığı dil.  Herhangi bir din, mezhep, ırk, etnik grubu toptan suçlayacak bir dil çok tehlikeli olayları tetikleyebiliyor.

“Bu Yahudiler, bu Türkler, bu Kürtler,  bu Aleviler, bu Rumlar “ diye başlayan toptancı ifadeler insanlık tarihindeki ve bizim tarihimizdeki en acı olayları tetiklemişler.

Şimdi Türkiye mülteciler konusunda bir insanlık sınavından geçiyor.  Aslında, bu dünyada hiç kimse  mülteci diye isimlendirilmemeli.  Hiçbir ülke bundan yüzyıl önce bugünkü sınırlarına sahip değildi. Ne kadar güzel temennilerimiz olsa da bundan yüzyıl sonraki sınırlardan da emin olamayız. Ama emin olabileceğimiz bir şey var; hepimiz aynı dünyanın vatandaşıyız.

Bu romantik bir düşüncedir. Romantizm insan olmanın doğasında bulunur.

Nasıl herkes aslında “dünya vatandaşı”  ise,  bir mülteci sorunu çıktığında, o  da tek bir ülkenin değil bütün dünyanın meselesidir.

Türkiye şu anda  en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke. Birçok ülkeden, ulus üstü kuruluşlardan ve sivil toplum örgütlerinden destek geliyor. Ama, bunlar konunun büyüklüğü ile orantılı değil. Çok sınırlı bir zaman diliminde sekiz yüz bin öğrenciyi okullu hale getirebilmek bile o büyüklüğün sadece küçük bir parçası.

Sorumluluk büyük ağırlıkla Türkiye’ nin üstünde. Ekonomimiz durgunluğun eşiğinde dolaşıyor, işsizlik büyük kentlerde ve gençler arasında yüzde 20’yi bulmuş durumda. Yani, bu mesele ile baş etmek için en ideal koşullara sahip değiliz.

Buna rağmen büyük bir insanlık sınavını, hepimizin gurur duyması gereken bir başarı ile veriyoruz.

Türkiye’ye sığınanlar çoğunlukla kuzey Suriye’den, küçük ve orta ölçekli yerleşim yerlerinden gelen sıradan insanlar. Kendilerini tarafı olmadıkları bir çatışmanın ortasında buldular. Merkezi hükümet, DAEŞ, YPG, El Nusra, ABD, Rusya gibi birçok tarafın işin içine girdiği bir çatışmanın ortasında kaldılar. Can güvenlikleri açık tehdit altındaydı ve canlarını kurtarmak için kaçtılar.

Türkiye’deki Suriyelilerin  1 milyon 60 bini 10 yaş altında, 1,7 milyonu ise 18 yaş altında. Yani Unicef gibi uzman kuruluşların çocuk kabul ettiği yaştalar. Neredeyse toplam mültecilerin yarısı. Ortalama mülteci yaşı 21 ve İnsanlar aslında kendilerini değil çocuklarını çatışmadan kaçırdılar.

Dünya pratiği zaman geçtikçe ve ev sahibi topluluklarla birlikte yaşamaya başladıkça mülteci geri dönüş eğiliminin azaldığını gösteriyor. Suriye krizinin bundan sonraki gelişimi nasıl olursa olsun, büyük bir bölümü Türkiye’de kalacaktır.

Kendi  geleceğimizi Suriyelilerin kapısına çentik atmaya kalkan Neonazi Türk grupları ve  mülteci yeraltı çetelere bırakmamak için odaklanmamız gereken özellikle geçim kaynakları başta olmak üzere sosyal uyum.

Avrupa Nazilerin pençesinde kıvranırken, Türk büyükelçileri Musevileri kurtarıp Türkiye’ye gönderiyordu, Tıpkı engizisyondan kaçanlara kucak açan Osmanlı gibi. Tek başına Paris büyükelçisi Behiç Erkin yirmi bin kişiyi kurtarmıştı.

Türkiye bu kez 3,6 milyondan az olmayan insana can güvenliği sağladı.

Şimdi bundan çok daha zor olabilecek sosyal uyumu başarmakla karşı karşıyayız.

İngev’in Kapasitesi Yükselirken…

İnsani gelişmenin sözcülüğünü yaparken, araştırma bazlı sosyal politika önerileri geliştirmek ve sosyal pazarlamayı da kapsayacak şekilde uygulama projeleri ile fayda sağlamak üzere İngev’i kurmuştuk. Bu üç ana başlığı da içeren yoğun bir proje dönemi içindeyiz.

Nisan ayında İGE-İ 2017 raporunu yayınladık. İnsani Gelişme ana başlığı altında sağlık hizmetlerinden, sosyal kapsamaya kadar ilçelerimizin durumunu değerlendirdik. İGE-İ yerel yöneticiler için kılavuz bir yönetsel kaynak olma yolunda ilerliyor. Geçtiğimiz yıl içinde birçok ilçe belediyesi ile çalıştaylar düzenledik.  İnsani gelişmenin yerel uygulama fırsatları konusunda sağlam bilgiler edindik.

İPM için hazırladığımız Toplumsal Uyum Endeksi, bu konudaki çalışmalara yeni bir vizyon getiriyor; toplumsal uyumu ölçülebilir bir endeks yapısına oturtuyor. Böylece, nereden gelip nereye gittiğimizi anlayacağız. Biz de İngev’de toplumsal uyuma nasıl destek olabileceğimizi  gördük; özellikle toplumdaki “ortak fayda” kavrayışı üzerinde çalışmamız gerekiyor.

Türkiye Çocuk Hakları durum analizini tamamlama aşamasına geldik. Özellikle dezavantajlı çocuk grupları ve elbette ailelere yönelik yapılması gerekenler konusunda donandık. Çocuk işçiler, engelli çocuklar, kız çocukları, çocuk istismarı, çocuk sağlığı ve mülteci çocuklar gibi temel başlıklar altında nelerin  hedeflenmesi gerektiğini biliyoruz.

Mülteci girişimciliğinin teşvik edilmesine yönelik çok boyutlu çalışmamız İstanbul’dan sonra Hatay ve Mersin’de düzenlediğimiz “networking “ ve eğitim amaçlı konferanslarla devam etti. Suriyeli girişimcilerin durumu ile ilgili bir değerlendirmeyi bugünlerde tamamlıyoruz. Girişimci destek hattımız ise üçüncü ayını dolduruyor. Mülteci meselesi, Dünyanın da ülkemizin de en önemli meselelerinden birisi ve insani gelişmenin bütün başlıkları ile kesişiyor.

Bu başlıklardan birisi eğitim. Yine bugünlerde mülteci gençlerin yüksek öğrenime erişimine yardımcı olacak destek hattımız çalışmaya başlıyor.  Başta girişimcilik ve istihdam olmak üzere mülteci meselesinde uzman kuruluşlardan birisi olduk.

Bu projelerin birçoğu çok çok önemli kurumların desteği sayesinde gerçekleşebildi.  Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, İstanbul Politikalar Merkezi , HOPES programı (Avrupa Birliği, DAAD, British Council, Campus France, Nuffic) ve  Save the Childrena özellikle minnettarız.

İngev’in yükselen kapasitesini,  insani gelişmeyi önemseyen kuruluşlarla işbirliği yaparak sosyal faydaya dönüştürmek üzere çalışmaya devam edeceğiz.

Sevgilerimizle

Derin Türkiye

Avrupa şampiyonasında milli takımın gösterdiği performans konusunda yorum yapmayan kaç kişi kalmıştır.  Futbola genelde  daha az meraklı olduğu bilinen kadınlar dahil, pek az olmalı.  Herkesin söyleyeceği  bir sözü vardı. Renk,dil,din,mezhep,etnisite,cinsiyet, parti, yetkiayrımı olmaksızın her birimiz bir şey söyledik.

Ama, kimse “ne işimiz var bizim Avrupa şampiyonası’nda arkadaş” demedi.

Türkiye Cumhuriyeti yüzölçümünün yalnızca yüzde 3.1’i  Avrupa’da bulunur. Çok büyük kısım Asya’dadır. Toprağımız bu kadar Asya iken neden hiç kimse” bizim Avrupa şampiyonası’nda ne işimiz var”diye çıkış yapmıyor?

Siyaset daha popüler,daha çoğunluğu seven bir ortam. Zaman zaman Avrupa Birliği’nden çıkalım, Parlementosu’ndan çıkalım diye görüş bildirenler oluyor. Ama, hiç kimse “gidip Asya Kupası’nda Katar’la ,Çin’le, Irak’la, Suudi Arabistan’la  mücadele edelim” demiyor. Üstelik şansımız da artacakken.AFC Asya Kupası her dört yılda bir yapılıyor. 2015’de Avustralya şampiyon oldu, 2011’de Katar.

İstisnasız her birimiz Avrupa’da rekabet etmek, İspanya’yı yenmek, Fransa’yı elemek  ve birgün finalde Almanya’yı geçmek istiyoruz. İzlanda,Çek Cumhuriyeti,Slovakya kağıt üstünde zaten hafif kalıyor.

İşte bu Türkiye’nin derin birliğidir. Bütün diğer farklılıkların üstünde (veya derinlerde altında) bizi birleştirir. Kendimize belki pek de ayırdında olmadan çizdiğimiz yolu, yönü,iddiayı gösterir. Kendimize biçtiğimiz yer Avrupa’dır. Eleştirilir birçok yanını bulsak da genel referanslarımızı Avrupa ile tanımlanan temel insani gelişme değerleri oluşturur. Osmanlı ile başlayan, Cumhuriyet’le formatını bulan ve her birimizin ideolojiler üstü (veya altı) içine işleyen referans noktamız Asya değil Avrupa’dır.

Türkiye’nin “derin Avrupa birliği”, bugün yaşadığımız, bazen canımızı çok sıkan iç sorunlarımızı aşmak konusunda bizi hep güçlü bir umutla beslemektedir.

Birlikte, Samimiyetle

İnsani kalkınma çok geniş bir kavram; birçok değişkeni ve bu değişkenlere adanmış çok değerli sivil toplum kuruluşları var. Biz, İNGEV’le öncelikle gelir dağılımının iyileşmesine, eğitimli istihdamın artırılmasına ve yoksullukla mücadeleye katkı yapmak istedik. Farkındalığı yükselterek , sosyal politika araştırmaları yolu ile karar vericilere önerilerde bulunarak ve bizzat uygulamasında yer alacağımız projeler geliştirerek katkı yapmak istiyoruz.